16 Aralık 2014
Babam
konağı görüp de “ona konak demeyin o bir hurda yığını” deyip sessizliğe
gömüldükten günler sonra konağa çalışmaya geldi ilk defa bugün. Yalçın’ın balyozla
yıktığı mutfak tezgahının hafriyatını çuvallara doldurdu ve mutfak duvarlarındaki boşluklarını alçı ile
kapattı.
Artık babam da inanmaya başladı "komün ütopyamıza". |
Mutfak delikleri alçılanıyor. |
Babam çalışırken arkadaşı aradı ve ne yaptığını sormuş olmalı ki babam "şato"da çalışıyorum dedi. Evet, konak, seçtiğimiz renklerle masallardaki bir şatoya dönüşüyordu.
Bahçedeki işçiler işlerini bitirdiler, bahçeye açılan yan kapının
önündeki devasal böğürtlenler gidince kapının önü ferahladı. Yalçın akşam bahçe
kapısının aralık yerlerine alçı yaparken, kapının arkasından bir kedi,
Yalçın’ın hareket eden elini fare zannedip ısırınca evdeki 2. kazamız meydana geldi. Bensu’nun eline paslı çivi batıp
da tetanos aşısı yaptırdıktan sonra Yalçın için acile gidip kuduz aşısı
yaptırdık.
İkinci kazamız ve ikinci aşımız |
Yine de oturup içip çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ettik. Evin içinde bahçeye ve alt katta tuvalete giden çitten bir kapı var. Evin içinde çit var, çitler de en sevdiklerimden. Evin içindeki çiti de vişne rengine boyadık.
Vişne rengi çitlerimiz |
Merdiven altı dolabımızı da yani mini barı mora boyadık, feminist renk olmazmış da falanmış filanmış derken kadınlar baskın çıktı.
Ve mini bar mor.. |
Bugün
evin içinde boya yaparken iki meraklı teyze geldi: “eski evlere meraklı
karı-koca öğretmen bir çift yaşayacakmış burada
galiba, di mi kızım?” diye sorunca, “evet teyze eşim ve ben” cevabını
duyunca çok şaşırdı, beni boya yapan işçi zannetmiş.
Yalçın
da her akşam içki yasağı öncesi bira almaya gittiği tekelin sahibi:
" hocam
akşamları resimle uğraşıyorsun galiba?” diye sormuş.
100
yıllık bir sanat eserini boyamak da resim yapmak değil mi?
Gece sonu masamızdan |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder