16 Kasım 2014
Dördümüz
geceyi yangın evimizde geçirdik, hayal kurmayı bırakmak istemiyorduk, bu yüzden
muhabbeti de kesip birbirimizden ayrılamıyorduk. Neydi muhabbetlerimizi
süsleyen konular; evin ruhsuz bir betonarme değil de hala canlı, yaşayan
malzemeden ağaç ve topraktan olması, gömme dolaplara dizeceğimiz kitaplar, uzun-dar
küçük bölmeli pencerelere koyacağımız dantel perdeler, sedirlerine koyacağımız
kanaviçe örtüler, sonradan ekleme odaya yapacağımız marangoz atölyesi, şömine
karşısında içeceğimiz sıcak şarap, bahçesine ekeceğimiz sebzeler, kocaman
arazisinde yapacağımız kır düğünleri, komün yaşamımızı paylaşacağımız başka
insanlar, bahçesine kuracağımız hamaklar… uzayıp giden ve başa saran, başa
sarmasına rağmen sıkmayan hayaller…
Öğeden
sonra konaktaydık, üçüncü katı ve giriş katını tamamen boşalttık. Zamanında günlük yaşamın bir parçası olan ama
artık konağın ruhuna uygun dekoratif malzeme olarak kullanılacak eşyaları
ayırdık; iki uzun taşıyla birlikte havan,
çocukluğumuzda kurabiye çalmak için kapısını yavaşça açtığımız tel dolap
(çocukluğuma dair en sevdiğim eşyaydı), gazlı lamba, emaye taslar ve
tencereler, büyük sefer tası, elektrikli ütünün ilk versiyonları, siyah beyaz
televizyon, bavul fırın, tütünü hevenge asmak için ahşap çengeller…
Konağın güzelim el dokuması kilimleri
|
Konaktan
çıkan tüm eşyalar, koca bir tepe oldu, belediyeye telefon etmek zorunda kaldık.
Çöpe atmak zorunda kaldıklarımız |
Belediyenin çöp arabasını beklerken bahçeyi keşfettik. Yağız’ın Donkişot misali
elinde sopa ile bahçeyi cangıla çeviren dikenlerle mücadele ederek bize yol
açmasıyla ancak bahçeye girebildik.
Yaşımız ile yaşıt cangılımız
|
Her yeri ot, diken sarmıştı, ıhlamur, dut,
ceviz, incir, üzüm, armut, defne ağaçlarıyla doluydu bahçe, özellikle
defnelerin top top olduğu, saklı bahçe yapılacak bir yer vardı. Yine hayaller,
hayaller…
Cangılımızda yaşayan desenli kabuklularımız |
Evin
arkasından girilen, küçük küçük taş odalardan oluşan iki farklı bölüm vardı,
tam farklı farklı el işleri için atölye yapılabilecek cinstendi. Hatta
mahallenin tavukları bu odalara girip traktör parçalarının arasına
yumurtalarını yapmışlardı. Ev yani ilk iki katı taş son iki katı ahşap dört
kattan oluşuyordu.
Çöp arabasına çöpçülerle birlikte eşyaları yüklerken garip
bir hüzün vardı içimde, özellikle çöp arabasındaki eşyaların arasından düşen
bir çift çocuk ayakkabısının teki, biten öykülerle yaşanacak öyküler arasında
bir sembol olarak hafızamızda kalacaktı.
Çöp arabasının arkasından sokak ortasında kalan çocuk ayakkabısı |
Bu hüzünle
bahçeye döndük. Akşam, cangılımıza çöktü, yıldızlar parıldamaya başladı, derme
çatma tahtadan oturaklar yaptık kendimize. Yıldızların sessizliğinde ve
uzaklığında biralarımızı yudumlamaya başladık.
Günün yorgunluğu ve hüznü sonrası |
Şehrin içinde saklı cangılımız |
İki gün boyunca şehrin içinde
kırsalda pastoral bir yaşamın içinde ve başka zamanlara ait gibiydik. Zamanda
yolculuk gibi bir şeydi bu ve biz bu bahçeden, bu konaktan çıkıp modern şehir
yaşamlarımıza karışmak istemiyorduk. Keşke yaşamımız hep burası olsaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder